Arkadaşlıklar önemlidir. Yeri geldiğinde kardeşlikten de ötedir. Bu nedenle de sırlar, en iyi, arkadaşla paylaşılır; güven, sadakat, özveri arkadaşlıkta var çünkü...  

Sevinci, üzüntüyü en iyi, arkadaşınla paylaşırsın, çünkü dinlemek, ortak olmak, omuz vermek arkadaşlıkta çıkarsız ve karşılıksızdır.

Arkadaşına anlatabileceğin birçok şeyi annene, babana, kardeşine, eşine anlatamayabilirsin, arkadaş, o nedenle her daim sığınılan limandır.

“Dert ortağı” derler ya tam olarak arkadaş odur işte…

Herkes aynı histe olur mu bilmiyorum ama benim bir arkadaşım öldüğünde ben de onunla ölürüm.

Bu üzgün olmanın ölümüdür ama aynı zamanda onunla beraber geçmişe giderim, o güne kadar yaşadıklarımız, anılarımız birer birer film şeridi gibi önümden geçer.

Normalde unuttuklarımı bile o sırada yeniden hatırlarım.

Arkadaşlık eskimez, zaman ve mekân tanımaz, tam tersine zaman geçtikçe daha da yenilenir daha da anlamlı hale gelir. Belki arkadaşınız yaşlanır, ölür ama arkadaşlık yaşamaya devam eder, çünkü döne dolaşa gelip kendini size hatırlatır.

“Ölüm” sözcüğü soğuk ama gerçektir. Belki de evrende katışıksız tek gerçek. Doğan mutlaka ölür, bunun başka bir alternatifi yok, filmlerdeki “ölümsüz” rolleri ise zaten sadece birer rol.

Mersin Öğretmen Okulu’nda aynı sınıfta, aynı sırayı paylaştığım öğretmen arkadaşım Osman Korkmaz’dan sonra geçtiğimiz Cuma günü de yine aynı sınıfı paylaştığım okul arkadaşım Hasan Yiğit’in ölüm haberini aldım.

Osman’la birlikte ölmüştüm, Hasan’la da aynısı oldu.

Osman da Hasan da Hakkâri’de ikamet etmekteydi, bense 1985 yılından bu yana Van’dayım.

Yıllar sonra Osman birlikte çektirdiğimiz okul günlerinin fotoğraflarını gönderdi, bir sene sonra vefat etti, ona ilişkin de yazıp, köşemde paylaştım.

Vefa borcu olarak…

Hasan için de vefa borcumdur yazmak. Sanırım ölümü yok saymanın en iyi yolu geçmişi yaşatmak.

Hasan ile de tıpkı Osman gibi yıllar sonra iletişim kurabildim. Bir yakınımdan almış telefonumu, aradı ve ilk cümlesini tamamlamadan sesi ağlamaklı gelmeye başladı;

“Sesini duyunca Çanakkale aklıma geldi” dedi.   

Hüznü yatıştırmak için güldüm tabii. Sesi normalleşince Çanakkale günlerini bir romanı okur gibi anlattı.

Sağ-sol kavgalarının dorukta olduğu yıllardı. Mersin’deki okulda olaylar tırmanınca ben ve Hasan 1977 yılında Çanakkale’ye sürgün edildik.

Birkaç gün güldük eğlendik Çanakkale’de, ta ki karşı görüştekiler tarafından fark edilene dek. Fark edildiğimiz ilk gün okuldan silahla kovalandık. Sokak aralarına kaçarak canımızı zor kurtardık. Tam o sırada kaldırımdaki bir kediye denk geldik, o kedi yaptığı samimi hareketlerle üzerimizdeki tüm stres ve korkuyu bir anda yok etti. O kadar sesli güldük ki o ses halen kulaklarımda.

Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idamı sonrasında Adana’da halen faaliyette olan sıkıyönetim mahkemesinde yargılanıp beraat eden okul arkadaşlarımızdan Behram Duman ile tesadüfen karşılaştık aynı gün.

O da bizden önce Mersin’den Gökçeada’ya sürgün edilmişti. Onun durumu zaten başlı başına bir hikâye.

Doğudan inşaat işi için gidenlerin takıldığı kahvede üçümüz birlikte çay içip ayrıldık sonra.

Çanakkale’den döndükten, daha doğrusu kaçtıktan sonra Hasan ile irtibatım kesildi. İşte en son bu telefon sayesinde hasbıhal etme imkânımız oldu.

Uzun uzun konuştuk tabii…

Van’a uğrarsa o arayacaktı, Hakkâri’ye yolum düşerse ben arayacaktım. 

Ama bu ilk ve son telefon konuşmamız oldu.

Sonrasında hasta olduğunu ve bastonla yürüyebildiğini öğrendim.

Cuma günü de vefat haberini aldım.

Dediğim gibi bu evrende tek bir gerçek var o da ölüm gerçeği.

Acı tatlı günleri birlikte paylaştığımız, kurşun vızıltıları arasında kediyle hasbıhal ettiğimiz okul arkadaşım Hasan Yiğit için ailesinin ve sevenlerinin başı sağ olsun demek dışında da elden bir şey gelmiyor.

Arkadaşlığı geçici saymamak gerekiyor, görmeseniz de görüşmeseniz de arkadaşlık sizden habersiz kendini sizde yaşatıyor. Ölümsüzdür yani o…

Varsa uzakta bir arkadaşınız ve sizin de varsa bizim gibi bir kediyle ortak anınız, arayıp gülün beraberce, arkadaşınız ölmeden önce…